Hoşgeldiniz...

Güzel paylaşımlarda bulunmak dileğiyle...

5 Aralık 2010 Pazar

Öyküperest'in Sayıklamaları...


"O kadar çok öykü dinledim ve gözlemledim ki...
Anlatanlar sustu; artık kahramanlar konuşuyor."

*****************

"Attığım her adımda öykü benim peşimden,
Ben öykünün, koşturuyoruz."

*****************

"Kediler miyav sesleriyle geceyi çekiştirip sündürüyorlar.
Şimdi ütü ister bu."

*****************

"Zengin bir malzemesin benim için.
Dur şimdi seni yuğuracağım."

*****************
"Sıklıkla yazmaya çalışıyorum; cebimde notlarla.
İşin yok mu senin.
İş olsun işte.
Oğlum sen öykünü anlat bana.
Senin öykünden bir kitap çıkartırım.
Benden önsöz bile olmaz.

*******************

"Okurken bu öykünün doğumunda bulunmuştum diyeceğim.
Tut öykünün elinden.
Konuşup durma, sen ıkın.
Turgay!
Hadi ıkın.
İsim babası olur musun?

********************

"Gece ile günün birbirinden ayrıldığı vakit
Ardı arkası kesilmeyen, ukumu ikiye bölen öykülerim var.
Durdurun şu öyküleri...
Çok uykum var."

*********************

"Bak sen iyi bir yazar olunca
Bu sohbetler iyi okunacak söyleyeyim sana.
Biz neymişiz ya...
Kamp ateşinde birbirine kavuşan çakmak taşıyız;
Birbirine sürttükçe yanan."

*********************

"Ne zaman acılı bir anne görsem
Önce tüylerimde sonra ruhumda gezinir acısı."

*********************

"Öykülerini ortalara saçma.
Neden?
Başka isimle yayınlayabilirler.
Boş ver. Öykü ruhunun kökü ben de nasılsa..."

**********************

"Ben öykü yazmıyorum.
Öykü kendini yazdırıyor."

**********************

"Ayağı halhallı...
Günahlarını gizler gibi,
Yüzünü örttü kına süslemeli elleriyle.
Ama nafile...
Meydanda kalan gözlerinin aynasındaydı sırrı..."


Nehir Aydın Balkan

10 Mart 2010 Çarşamba

Sözcük Nöbetleri

Kendinize gebe kaldınız mı hiç?
Hem öyle dokuz ay filan değil. Yıllarca...
Yıllarca taşırsın kendini. Herkesi yüklenir de bir kendisi ağır gelir insana.

Sırtına yapışan çuvalı taşıyan hamalsındır. Büküldükçe belin daha bir sıkı yüklenir; gittiğin yolun nereye varacağından habersiz, taşıyabildiğin yere kadar taşırsın kendini. Kimi yüküne ortak olur; kimi de yükünü iki'ye katlar. Daha ne kadar gidersin o yükle? Kim bilebilir ki! Biliyorsan sen söyle. Yük hiç biter mi?

Sevdiğine kavuşmak için tuz dolu çuvalla kayalıkları tırmanan Hasan olmayı dilersin. Her ter attığında sırıtını kemirip beyaz dişlerini kana bulayan tuzu dur durak bilmeden taşırsın. Bitkin düşsen de nereye gittiğini ve sırtında taşıdığın yükün beraberinde neler getireceğini bilirsin.

Zamanla bulantılar, kusmalar baş gösterir. Bilinen bulantı ve kusmalar da değil. Tiksinmeyele gelen insan suretinde kurtçuklar kusarsın sırtlarından akan çamurlarla birlikte. Önce kara kara sular boşalır içinden, ardından cümleler tıkar boğazını. Tazyikleşen çığlıklar harflere dönüşür. Nihayetinde her sancıda bir sözcük doğurursun. Ikın ıkına bildiğin kadar. Ha gayret... Bir sözcük... Bir sözcük... Ve... Bir sözcük daha... Ardı arkası kesilmeyen nöbetler... Kalemin sözcükleri, sözcükler cümleleri, cümleler seni doğurur. Nur topu gibi doğarsın.

Sözcüklerle nefes almaya başlarsın. Yazdığın her sözcük ciğerlerinde oksijen doğurur. Her güne başka cümleyle, farklı bir suretle doğarsın, bir gün önceki kendini soyup atarak. Boğazına saplanan karanlığı tutup çıkarırsın.

Her sözcük, deliliğin ateşini biraz da olsa alır.

Her sözcük biraz daha...
Biraz daha...
Biraz daha...

Nehir Aydın Balkan

6 Şubat 2010 Cumartesi

Zifiri Evren Soytarıları…


Her insan, farklı bir coğrafya olmanın yanı sıra farklı iklim özellikleri gösterir. Bir coğrafyadaki evren, günlük güneşlikken başka bir coğrafyadaki evren, diğerine inat gök gürültülü ve sağanak bir şekilde yağdırır içindeki fesadı. Balçık kusar o coğrafya. İnsanlığın astarı ters yüz olup başlarına geçmiştir. Peynirini arayan fare gibi ayağına dolanır çıkmaz sokaklar. Karın ağrıları içlerinde barındırdıkları binlerce yılandandır.

Göktaşı düşecekmiş yakınlarda. Dünyamı delikli şekere çevirir mi ki! Yoo! Kimseyi sevindirmeye niyetim yok. Kızgınlığım, dünyama ait olmayan insanlara. Koca burunlarını yapıştırdıkları başka dünyaların pencerelerinde, pis parmak izlerini bırakmaktır tek istekleri. Daha küçükken soymuşlardır; çocukluğun masum kabuğunu.

Bu insanların ya kendi dünyaları yoktur ya da dünyaları zifiri karanlığa gömülmüştür. Zifiri evrenlerini renklendirecek soytarılarız belki de! Aslında farkında değiller yaptıkları maskaralıklarla bizim dünyamızın soytarıları oluyorlar. Kendilerine bir dünya kuramayacak kadar düş fakiridirler. Belli ki pislikten göz gözü görmüyor dünyalarında.

Tüm istedikleri, başkalarının da bataklıkta yapış yapış bir yaşam sürmeleri değil mi? Kendi yaşamlarına bile dokunamazlarken farkında olmadan bize faydaları dokunuyor. Yaşamın getirdikleri arasında sıkışıp kalmış biz azınlıklar için aşılması gerekli bir basamaktan ibaretler. Yaşamımızda bir kulaç daha atmamızı sağlıyorlar. Başka da faydaları yok zaten. Farkına varmış olsalar cinnet geçirir ve geçirtirler.

Teşekkürler zifiri evren soytarıları… Teşekkürler bataklık böcekleri… Sayenizde yaşamımda bir kulaç daha atıyorum.


Nehir Aydın Balkan